
Maskeli Müslümanlık: İslam Dünyasında Tehlike Çanları mı Çalıyor?
İslam dünyası, tarih boyunca dış düşmanlardan ziyade, içten gelen tehditlerle sınanmıştır. "Müslüman" kisvesi altında hareket eden ve hakikati perdeleyen bu yapılar, ümmetin birliğine ve dirliğine büyük zararlar vermektedir. Peki, bu maskeli müslümanlık tehlikesi nasıl ortaya çıktı ve nelere yol açıyor?
Tarihten Günümüze Maskeli Müslümanlık
Tarih, İslam coğrafyasında yaşanan acı tecrübelerle doludur. Endülüs'ün düşüşünden Osmanlı'nın çöküşüne kadar birçok olayda, iç ihanetin ve maskeli müslümanlığın rolü büyüktür. Özellikle Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde, "ıslahat" ve "yenileşme" adı altında İslami değerleri aşındıran, Batılı güçlerle iş birliği yapan sözde aydınlar ve din adamları, devletin temellerini sarsmıştır. Bu durum, günümüzde de farklı şekillerde devam etmektedir.
Günümüzde ise Siyonizm, emperyalist projeler ve küresel güç mühendisliğinin önünü açanlar, çoğu kez "İslamcı" görüntüsüyle sahneye çıkan yapılar olmaktadır. Bu yapılar, İslam dünyasında toplumsal bölünme stratejisini kullanarak Ehl-i Sünnet Müslümanlara ambargo uygulamakta, gerçek alimleri medyadan tecrit etmekte ve eğitimlerde "mezhepsizleştirme" projeleri yürütmektedir. Bu durum, Haçlı seferlerinin ve Siyonizm projelerinin önünü açan en etkili yöntemlerden biri olmuştur.
Maskeli Dindarlığın Tehlikeleri
Maskeli dindarlık düzeni, üç koldan çalışarak İslam dünyasına zarar vermektedir:
- Hakiki Müslümanı ötekileştirerek toplum dışına iter.
- Toplumsal hafızayı çarpıtarak Müslüman kimliğini zayıflatır ve gençlerin zihnini kimlik buhranına sürükler.
- Gayrimüslim ve İslam karşıtı yapıların politikalarına uyumlu bir iç hat oluşturarak Haçlı projeleriyle ve Siyonist hedeflerle eş zamanlı hareket eder.
Bu fitnenin fark edilmemesinin nedenleri arasında medya manipülasyonu, kurumların çıkar ilişkileriyle kontrol edilmesi, eğitim sistemlerinin kimlik çözülmesini beslemesi, Müslüman ülkelerin küresel baskılar sebebiyle sessiz kalması ve toplumun vicdan damarlarının dünyevîleşmeyle körleşmesi sayılabilir. Sonuç olarak, hakiki Müslümanlar yıpratılırken, diğerleri yükseltilmektedir.
Çözüm Yolları ve Geleceğe Bakış
Bu tehlikeli gidişata karşı yapılması gerekenler açıktır: Öncelikle İslam dininin ruhunu merkeze alan bir eğitim ve ahlâk seferberliği başlatılmalıdır. Müslüman toplumlar, görünüşü değil özü konuşmalıdır. Liyakat, emânet ve adâletin siyasî ve toplumsal mekanizmalarda yeniden söz sahibi olması zorunludur. Gençlerin zihni, dini çıkar için kullananların değil, hakikî Müslüman ahlâkıyla yaşayanların örneğiyle şekillenmelidir. Kurumlar, dini istismar eden yapılara karşı hem hukukî hem toplumsal refleks geliştirmelidir. Dış politikada ise, Müslüman dünyayı zayıflatan iç işbirlikçilere karşı ortak bir şuur inşası gereklidir.
Müslüman dünyasının yeniden ayağa kalkması için öncelikle şu gerçekle yüzleşmesi gerekiyor: Hakikî Müslüman ayağa kalkarsa sahte Müslüman çöker; Ehl-i sünnet dirilirse ümmetin feneri yeniden yanar; hakikî Türk şahlanırsa ihanetin gölgesi bile kalmaz. Unutulmamalıdır ki, ihanetin en ağır olanı içeriden gelenidir. Bu nedenle, İslam dünyasının geleceği için hakikatin tarafında olmak ve sahte dindarlığın gölgesine razı olmamak büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde, İslam dünyası daha büyük yıkımlarla karşı karşıya kalabilir.











